Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Türkiye rejim tercihini 1923'te cumhuriyetle yapmıştır. Ondan sonra Türkiye'nin böyle bir tercihi yoktur. Şu anda atılan adım, sadece bir yeni yönetim sistemidir, pazar günü yaşadığımız budur." dedi.
Erdoğan, Katar Merkezli El-Cezire Televizyonu'na verdiği mülakatta pazar günü yapılan halk oylaması, bundan sonra atılacak adımlar, Avrupa'nın Türkiye'ye yönelik baskıları ve ABD Başkanı Donald Trump'la gerçekleştirdiği telefon görüşmesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: PKK bayrağını elinde tutan adam nasıl bağımsız olabilir?'
Halk oylamasından evet sonucu çıkmasının ardından acilen atılacak adımların neler olacağıyla ilgili soruya Erdoğan, "Öncelikle, dezenformasyon ya da olumsuz kampanya yürütmek suretiyle bu işi bir diktatörlük vesaire gibi nitelendirme gayreti içinde olanlar ya da rejim değişikliği gibi yaklaşım gösterenlere karşı şöyle bir ifadem olacak; Türkiye rejim tercihini 1923'te cumhuriyetle yapmıştır. Ondan sonra Türkiye'nin böyle bir tercihi yoktur. Şu anda atılan adım, sadece bir yeni yönetim sistemidir, pazar günü yaşadığımız budur. Çünkü sistem içinde çok ciddi tıkanıklıklar var, bu tıkanıklıklar Türkiye'nin çok daha süratle büyümesini engelleyen tıkanıklıklardır. 14-15 yıllık iktidarımız döneminde bunları biz yaşadık. Üç kat büyüme sağlamış olmamıza rağmen biz diyoruz ki, daha fazla büyüme imkanımız varken niye üç kat büyümeyle bunu geçiştirelim. Ayaklarımızda prangalar var, tabii bu prangaları kesip atmadıktan sonra bunu sağlayamazsınız." cevabını verdi.
- "Sandıktan despot çıkmaz"
Erdoğan, anayasa değişikliği sonucu doğan yetkilerini Kasım 2019'da yapılacak seçimlerden sonra kullanabileceğini belirterek, "Benim tekrar aday yapılıp yapılmayacağım, bunlar şu anda belli değil. Kim aday olur, kim teklif edilirse, onlar arasında yapılacak yarıştan sonra bu ortaya çıkacak. Kim aday gösterilirse ki birinci turda eğer seçilebiliyorsa aday birinci turda seçilecek. Birinci turda seçilmiyor da ikinci tura kalıyorsa en fazla oyu alan iki aday ikinci tura kalacak ve bunlardan en fazla oyu alan dolayısıyla bu ülkenin cumhurbaşkanı olacaktır. Ondan sonra bütün yeni yönetim sistemi onunla şekillenmiş olacaktır." ifadelerini kullandı.
Yeni sistemin halkın seçtiği kişinin despot olmayacağını garanti edip etmediğiyle ilgili soruyu da Erdoğan, "Bakın sandıktan diktatör çıkmaz. Diktatör çok daha değişik yollarla gelir. Bu malum, birçok yerde silahlı darbeyle gelir. 15 Temmuz örneğin bu ülkede başarıya ulaşsaydı, başarılı olabilseydiler o zaman işte bu ülkeyi bir diktatör tehdidi kapsayabilirdi ama bu millet iradesini ortaya koydu, kendini ortaya koydu, gövdesini siper etti ve dedi ki, sandıkla getirdiğim Cumhurbaşkanını siz kalkıp da indiremezsiniz. 249 şehit verdik, 2 bin 193 gazimiz var. Şimdi bana öyle bir diktatör gösterin ki, şu anda mesela sadece vatana ihanetten yargılanabilirim, Yüce Divan'a gönderilebilirim fakat yeni düzenlemede sadece vatana ihanet değil kişisel suçlar da dahil olmak üzere işlediğim her suçtan dolayı beni Yüce Divan'a gönderebilirler veya o zamanki kimse Yüce Divan'a gönderilebilir. Yeni başkanla beraber onun başkan yardımcısı-yardımcıları, bakanları, onlar da yine aynı şekilde Yüce Divan'a gönderilebilirler. Bu neyi gösteriyor? Meclisin çok ciddi bir denetim gücünün olduğunu gösterir. Bir de burada tabii bu kararları alabilmek için bir uzlaşma gerekmektedir. Bu uzlaşmanın da yollarını bu düzenleme açmış oluyor, getirmiş oluyor." şeklinde yanıtladı.
- Cumhurbaşkanlığı ve parlamentonun yapısındaki değişiklikler
Cumhurbaşkanı Erdoğan, acil atılacak ilk adımlar arasında şahsıyla ilgili adımların yer aldığına işaret ederek, "Bundan önce cumhurbaşkanı adayı olduğum zaman partiden istifa etmem gerekiyordu ama şimdi resmi rakamlar açıklanıp Resmi Gazete'de yayınlandıktan sonra tekrar kurucusu olduğum partime dönme imkanım olacak." diye konuştu.
Atılacak diğer adımlar arasında hakimler ve Savcılar Kurulu'nda yapılacak atamaların yer aldığını kaydeden Erdoğan, bunlardan 4'ünü kendisinin atayacağını, 7'sinin ise Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından atanacağını, Adalet Bakanı ve müsteşarla birlikte toplamda 13 kişinin atanmış olacağını söyledi.
Erdoğan ayrıca, daha önce 3 daireden oluşan Hakimler Savcılar Kurulu'nun şimdi 2 daireden oluşacağını, bunun dışında 2019'a kadar herhangi bir şey yapılmayacağını, 2019'da hem milletvekilliği hem de cumhurbaşkanlığı için seçime gidileceğini kaydetti.
Parlamentonun çalışma yapısındaki aksaklıklarla ve yapılacak düzenlemelerle ilgili de konuşan Erdoğan, "Mesela bizde bir gensoru mekanizması var ki bu çok tehlikeli bir mekanizma ve 1950'den itibaren Parlamentoda 484 gensoru verilmiştir ki bu gensoruyu verenler biliyorlar ki buradan kendileri lehine bir karar çıkmayacak ama buna rağmen 484 gensoru, 4 tanesi kabul görmüş, 480'i reddedilmiştir, düşünebiliyor musunuz, böyle bir şey olabilir mi? Tek sebebi var, Parlamento çalışmasın, çünkü bize zaman kaybettiriyor. Parlamento çalışmadığı zaman onlar da kendi tabanlarına kendilerini bak biz başarılı olduk, işte iktidarı böyle frenledik, bu şekilde yaklaşmak suretiyle oradan oy devşireceklerini zannediyorlar. Bunu da biz şu son 14-15 yıl içerisinde çok yaşadık. Güvenoyu yine aynı şekilde. Bundan sonra gensoru yok. Güvenoyu sadece 5 yılda bir, onu da millet yapacak. Artık güven oylaması yetkisi, hakkı kimde? Millette. Böyle bir dönem ve bu tabii bizim çalışmamızı çok daha rahatlatacak, çok daha bu noktada hızla bir süreç alacağız." dedi.
- "Cebren iradeleri baskı altına alamazsın"
Avrupa ve ABD'de de başkanlık sistemi olmasına hatta Türkiye'deki sistemden daha fazla yetkiye sahip olmalarına rağmen Avrupa ülkelerinin Türkiye'ye yönelik saldırgan tavırlar içinde bulunma nedenleriyle ilgili soru üzerine Erdoğan, şunları kaydetti:
"Şimdi Avrupa'da biliyorsunuz krallar var, kraliçeler var, bizde tabii böyle bir şey yok ama onların altında başbakanlar var ve bütün bunların olduğu ülkelerde dahi özellikle mesela Hollanda'daki yaşanan olay, gerçekten bizleri ciddi manada üzmüştür. Mesela orada aslında ne vardır? Hollanda'da kraliçe var ama altta başbakan var ve burada düşünebiliyor musunuz çok ciddi manada bir sıkıntı yaşandı. Kraliçenin orada müdahalesi olmadığı için böyle bir durum söz konusu olmuş olabilir. Bunun neticesinde Bakanım kendi konsolosluğuna giremediği gibi aracın içerisinde bir bayan bakan mahkum edildi. Atlar, köpekler, itler neyse orada toplanmış olan bizim vatandaşlarımızın üzerine sürdüler ve yaralanan birçok soydaşımız oldu. Şimdi bunu anlamak mümkün mü? Bakın ne oldu? Bunun neticesinde orada kullanılan oylarda yüzde 70 evet oyu çıktı. Avusturya'da da yine buna benzer yanlış yapıldı, orada da yüzde 74 zannediyorum evet oyu çıktı aklımda kaldığı kadarıyla. Bu yanlışları bunlar göremiyorlar. Yani böyle zorla, cebren iradeleri baskı altına alamazsın. Aynı yanlışı Almanya da yaptı. Almanya'da, mesela oradaki şeyde de yine evet oyu yüzde 63 gibi çıktı. Ne oldu? PKK'ya, terör örgütüne bu kadar destek verdiniz, FETÖ denilen terör örgütüne bu kadar destek verdiniz ve bu desteğe rağmen yüzde 63 Almanya'da evet dedi. Demek ki cebren, zorla bu iş olmuyor. Bakın şu anda benim elimde terör örgütlerinin temsilcilerinin resimleri var. Bunlar nasıl çalışmışlar, nasıl bunlara destek vermişler ki biliyorsunuz PKK terör örgütü olarak Avrupa Birliği'nde kabul edilmiş bir örgüttür. Bu şahıs Avrupa Konseyi'nin parlamenter olarak bir üyesidir ve bunu bize AGİT gözlemcisi olarak gönderdiler Türkiye'ye. Halbuki bu adamların bağımsız olarak rapor düzenlemesi lazım. PKK bayrağını elinde tutan böyle bir adam bağımsız olarak nasıl rapor yazacak, yazabilir mi? Bu adam maalesef bir terörist olarak burada raportörlük görevini yapıyor, geliyor Türkiye'ye buradan rapor tutuyor ve bunun tuttuğu rapor bağımsız olacak, bu mümkün mü? Değil. Bakın aynı şahıs, buyurun, hayır kampanyası yapıyor. Nerede? Almanya'da. Biz böyle bir şahıstan bağımsız bir gözlemcilik görebilir miyiz? Göremeyiz. Şimdi bunu söylediğimiz zaman Batı rahatsız oluyor. Buyurun, bu da yine bir parlamenter, bakın bu da yine şu gördüğünüz paçavralar terör örgütünün paçavralarıdır. Onlara nutuk atıyor ve bu Danimarkalı bir milletvekili. Şimdi bütün belgeler ortada, sadece bunlar değil, daha bunların dışında 7-8 tane daha var böyle. Şimdi bunlara karşı Tayyip Erdoğan gerçekleri, hakikatleri dile getirince Tayyip Erdoğan ne oluyor? Sevilmeyen adam oluyor, diktatör oluyor. İstedikleri kadar Tayyip Erdoğan'a diktatör desinler. İstedikleri kadar Tayyip Erdoğan'a sert desinler. Ben bu tür yapılan yanlışları gördükçe, terör örgütlerinin başlarını veya terör örgütlerinin mensuplarını kendi ülkelerinde gezdirenlere karşı her zaman oraların yöneticilerine bunları göstere göstere bu yanlışlarını düzeltin diyeceğim. AGİT, uluslararası bir örgüt, böyle bir örgütte siz bu kişileri görevlendiremezsiniz çünkü bunlar tarafsız değildir. Taraflı olanlarla bir seçim yönlendirilemez. Biz tabii bunlara bunu söylediğimiz için de rahatsız oluyorlar ve kaldı ki PKK'nın terör örgütü olduğu tescilli ve Avrupa Birliği içinde tescilli, bunu Almanya da teyit ediyor, Danimarka'sı da teyit ediyor, diğerleri de teyit ediyor, hepsi de teyit ediyor ama sen kalk Türkiye'deki seçimlere bu tür taraflı terör örgütüyle içli-dışlı olan bu kişileri gönder, kabul edilemez."
-Trump ile gerçekleşen telefon görüşmesi
ABD Başkanı Donald Trump ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde konuştuklarına da değinen Erdoğan, "Birincisi, tabii Sayın Trump'ın bizim bu referandumla ilgili aldığımız neticeyi tebriki var. Bir diğer adım, tabii benim şu anda Paskalya Bayramları sebebiyle kendilerini tebrikim oldu. Tabii önemli olan asıl boyut, Suriye ve Irak'taki gelişmeler, bunu birlikte ele aldık ama dedik, bunların detayını, teferruatını özellikle şöyle çok kısa zamanda yüz yüze yapacağımız görüşmede ele alalım, orada bunun değerlendirmelerini yapalım. Şunu yalnız dedim peşinen tekrar ben sizlere söyleyeyim, PYD-YPG, bunlar PKK terör örgütünün adeta yan kuruluşları gibidir. Dolayısıyla bunu biz yaşadık, bunları biz iyi tanırız. Dolayısıyla artık bunları bitirelim. Yani bir terör örgütünü bir başka terör örgütüyle yok etme anlayışını doğru bulmuyorum dedim. DEAŞ bir terör örgütüdür ama bunlar da terör örgütü, bunlar benim ülkem için tehdit oluşturuyor. Biz sizlerle NATO'da beraberiz, müttefikiz, iki önemli stratejik ortağız. Bu ortaklığımızın çok daha güçlenerek ilerlemesi lazım. Biz Amerika, koalisyon ortakları, Türkiye ve Körfez'deki bazı ülkeler birlikte burada DEAŞ'la ilgili problemleri çözeriz. Kaldı ki ben bu konuyu dedim, Sayın (Vladimir) Putin'le de görüştüm. Sayın Putin'in de buraya bakışı bu noktada olumsuz değil. Arkadaşlar çalışsınlar dediler, ona göre adımları atarız. Nitekim bu arada üç ülkenin genelkurmay başkanları da bir araya geldi, Antalya'da toplandılar, çalışmalar başladı. Tabii kendisi de sağ olsun, bundan sonra özellikle Amerika-Türkiye arasındaki ilişkilerimizi çok daha güçlenerek devam ettirmemiz, artırmamız gerekir dediler." ifadelerini kullandı.
Suriye'de Esed rejiminin kimyasal silah kullanarak düzenlediği saldırılara da değinen Erdoğan, "Kimyasal silahlarla öldürme olayı, çok ciddi bir insanlık suçudur. Fakat bu arada bir şey gözden kaçırılıyor. Şu ana kadar diyelim ki Suriye'de kimyasal silahlarla 1500, 2000, 3000 kişi öldürülmüşse, konvansiyonel silahlarla yüz binler öldürüldü. Şimdi neticesi ölüm olan veya öldürme olan bir silah kimyasal silahtan farklı düşünülmemeli, önce bunu da masaya yatırmamız lazım. Yani konvansiyonel silahla öldürürsen meşrudur ama kimyasalla öldürürsen meşru değildir, böyle bir şey olabilir mi? Her ikisi de sebep-netice ilişkisinde ölümü getiriyor mu, getiriyor. Bunları beraber masaya yatırmamız lazım ve bunları kendisiyle daha önce de konuşmuştuk zaten ama öyle zannediyorum ki mayıs başında bir araya geleceğiz ve Sayın Trump'la bunları çok daha teferruatlı bir şekilde konuşacağız." dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump'ın telefon görüşmesinde ABD'nin PKK, YPG ve PYD'ye yönelik politikasını değiştireceği yönünde bir söz verip vermediğiyle ilgili soruya, "Zaten daha önce bu konuda yani terör örgütlerine karşı bizim ortak dayanışma içerisinde bir çalışmamızın olması gerektiğini söylemişlerdi. Şimdi yapacağımız görüşme, artık bunun tamamen yüz-yüze görüşmede detaylandırılması olacaktır ve orada tabii biz birçok belgeleri de kendilerine sunacağız. Daha önceleri de PKK'yla ilgili konuda mutabakatımız var idi. Obama döneminde de bu konuda mutabakat vardı fakat Obama maalesef PYD ve YPG konusunda bizleri aldatmıştır ama şu andaki yönetimin aynı durumda olacağına ihtimal vermiyorum." cevabını verdi.
Erdoğan, Trump döneminden umutlu olduğunu, Trump'ın "sizinle çok önemli işler yapacağız" sözünün bunu gösterdiğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Türkiye çok farklı bir sürecin içerisine girdi. Türkiye artık böyle bir yanağına tokat vurulduğu zaman öbür yanağını çeviren bir ülke değil. Türkiye artık inandığı yolda başarılı bir şekilde yürüyor." dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar Merkezli El-Cezire Televizyonu'na verdiği mülakatta pazar günü yapılan halk oylamasının yansımaları, bundan sonra atılacak adımlar, Avrupa'nın Türkiye'ye yönelik baskıları ve ABD Başkanı Donald Trump'la gerçekleştirdiği telefon görüşmesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Halk oylamasının ardından Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin gibi dünyanın çok farklı ülkelerinden liderlerin aradığı hatırlatılarak Almanya Başbakanı Angela Merkel'in henüz aramamasına ilişkin soru üzerine Erdoğan, "Tabii şimdi bunu bir suçluluk psikolojisi olarak değerlendirebiliriz; bu bir. İki; bunu fırsat bulursanız kendilerine sorun." yanıtını verdi.
Erdoğan'a, Avrupa'nın Türkiye'ye karşı takındığı düşmanca tutumun nedenleri de soruldu.
Türkiye'nin son yıllarda elde ettiği başarılara değinen Erdoğan, "Tabii Türkiye çok farklı bir sürecin içerisine girdi. Türkiye artık böyle bir yanağına tokat vurulduğu zaman öbür yanağını çeviren bir ülke değil. Türkiye artık inandığı yolda başarılı bir şekilde yürüyor. Yani Türkiye eğitimde, sağlıkta, adalette, emniyette, ulaşımda, enerjide, gıda-tarımda, bütün altyapı-üstyapı yatırımlarında çok ciddi bir medeniyet yarışında performans yakaladı. Tabii bunu hazmedemiyorlar, sıkıntı burada. Şimdi bu yeni sistemle çok daha hızlı yürüyecek bir sürecin içindeyiz." diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa ülkelerinin halk oylaması sürecinde adeta Türkiye'ye savaş açtığını vurguladı. Buna ilişkin bazı olaylardan örnekler veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Düşünün, İsviçre Parlamentosunun önünde Erdoğan'ın pankartı, şakağına silahı dayamışlar, 'Erdoğan'ı öldürün.' Bunu bir ülkenin cumhurbaşkanına karşı bir ülkenin parlamentosunun önünde polis koruması altında yapmak mümkün mü? Hangi ülkeye karşı böyle bir şey yapılabilir? Aynı şey Almanya'da, Avusturya'da, Belçika'da, İsveç'te oldu, hepsinde de bunları yaptılar. Tahammülleri yok. Şu anda çılgına dönmüş vaziyetteler, onlar başka şey bekliyorlardı. Almanya'da 'evet' oylarının bu denli yüksek çıkışı bunları çıldırttı. Aynı şey Avusturya'da, Hollanda'da yaşandı. 'Evet' oylarının yüksek çıkması bunları rahatsız ediyor. Çünkü bizzat milletvekilleriyle beraber 'hayır' kampanyaları yaptılar.
Bu yaptıklarına 'faşist bir baskı' veya 'Nazizm' denmesinden çok rahatsız oluyorlar. Bittiğini zannediyordum ancak hala uygulamaları var. Neden rahatsız oluyorlar? Yapmayın bu uygulamaları. Bizde bir söz var; 'Yarası olan gocunur.' Yani gerçekten eğer böyle bir baskı yoksa faşist veya Nazi böyle bir baskı yoksa hiç rahatsız olmayın. Gerçekten böyle bir baskı yoksa rahatsız olunmaması gerekir. Bizim bir sözümüz daha var bilirsiniz; 'Abdestinden şüphen yoksa namazından şüphen olmasın.' Şimdi biz onlara diyoruz ki demokrat olun, demokrat olduğunuz sürece bir sorun yok ama Türkiye'yi 54 yıl Avrupa Birliğinin (AB) kapısında bekletenlerin demokrat olma diye bir şeyi olamaz ve bize bunlar çok yalan söylediler, hala da yalan söylemeye devam ediyorlar. İşte 3 milyon mülteciyi Türkiye'de kim besliyor? Biz besliyoruz. Bunlar Avrupa ülkelerine gidebilirdi."
- AB'nin vaatleri ve mülteciler konusu
Erdoğan, bir soru üzerine mültecilere Avrupa kapılarının açılması ihtimalini de değerlendirdi.
AB'nin bu konuda Türkiye'ye bazı sözler verdiğini anımsatan Erdoğan, şunları anlattı:
"Örneğin; AB geçen yılın temmuz ayında UNESCO vasıtasıyla 3 milyar avro destek verecekti, daha sonra ikinci bir 3 milyardan daha bahsettiler. Bunlar bizim bütçemize girmiyor. Sadece UNESCO vasıtasıyla Kızılayımız, AFAD'ımız, bunlar geliyor, oralarda tabi çadır ve konteyner kentler var. Buralarda bütün harcamalar, okul, eğitim vesaire bunlarla ilgili harcamalar, buralarda kullanılacak. Şu ana kadar gelen destek 725 milyon avro, aynı zamanda BM Mülteciler Konseyinden 550 milyon dolar geldi. Peki, bizim yaptığımız harcama ne? Bizim şu ana kadar yaptığımız harcama, sivil toplum kuruluşlarıyla beraber 25 milyar dolar. Şimdi bizim yaptığımız harcamaya bakın, onların yaklaşımına bakın; dürüst değiller. Mesela Avrupa'yla yaşadığımız bir vize problemi var. Hala bunu çözmediler, çözmüyorlar ve bu konuda da samimi değiller."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa ile ilişkilerin düzelme yoluna girmesini temenni ettiklerini ancak onların, kapılarını kapattığı sürece böyle bir düzelme olmayacağını dile getirdi.
Avrupa'nın bu noktada kendi durumlarını gözden geçirmesi, "Biz burada yanlış yaptık." demesi gerektiğini ifade eden Erdoğan, "Demiyorlarsa biz tabii ne yapacağız? 54 sene bekledik, bir 54 daha mı bekleyeceğiz? Kendimize başka çıkış yolları arayacağız." açıklamasını yaptı.
Türkiye ile Avrupa ülkelerinin çoğunun NATO çatısı altında bir arada olduğunu anımsatan Erdoğan, bu birlikteliğin AB'de de olabileceğini kaydetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Çok basit bir örnek; Vatikan, AB üyesi mi? Değil. Peki AB üyesi ülkelerin Vatikan'a giderek Papa'nın vaaz ve nasihatini dinlemesini siz nasıl değerlendirirsiniz? Yani 28 tane ülkenin orada ne işi var? Bunların içinde Ortodoks, Protestan, ateist var, ne işi var bunların orada? Vaaz ve nasihat dinliyorlar. Çünkü bakıyorum hepsi tek millet." değerlendirmesinde bulundu.
- "Bu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak benim halkım ne istiyor ona bakarım"
Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel'in Türkiye'de idam cezasının geri getirilmesi konusundaki açıklamalarına da değinen Erdoğan, şunları söyledi:
"Ben Sigmar Gabriel'in söylediğine bakmam, diğerlerinin söylediklerine bakmam. Ben nereye bakarım? Ben bu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak benim halkım ne istiyor? Şu anda 249 şehit vermiş bu milletin mensupları, 2 bin 193 gazisi olan bu millet, üzerine bu denli saldırıldığı halde buna sessiz mi kalacak? Ne diyor? 'Benim evladım öldürüldü, benim kocam öldürüldü, benim eşim öldürüldü, ben bunların intikamının alınmasını, bunların idamla yargılanmasını istiyorum' diyor. Bizde şu anda idam yok, anayasa değişikliği gerektiriyor. Bizde ağırlaştırılmış müebbet var, müebbet var vesaire. Şimdi benim milletimin böyle bir talebi var. Parlamentomuz var mı? Var. Eğer Parlamentoya bu gelir de Parlamentodan geçerse, bana bu geldiğinde ben bunu onaylarım diyorum. Niye? Milletimin talebi bu. Ama onlar şu ana kadar hiçbir konuda sözlerini tutmadılar, şu anda bak tehdit ediyor. Sen kimsin ya bize böyle bir tehdit sallıyorsun? Önce seviyeni bileceksin.
Böyle durup dururken söylenmiyor ki bunlar. 15 Temmuz'dan bu yana acaba bu kişiler FETÖ'cülere karşı bir adım attılar mı? Şu anda Almanya FETÖ'cülerin yatağı oldu, Almanya PKK'nın yatağı oldu, Almanya şu anda onlara her türlü desteği veriyor. Türkiye'den kaçanlar Almanya'ya gidiyor, Avrupa'nın değişik ülkelerine, Belçika'ya gidiyor, buraları da dolaşıyorlar ve bunlar şu anda kaçak, hepsi oralarda. Ya bunlar suçlu, siz suçluları ülkenizde barındırıyorsunuz ama ondan sonra bizde olan onların yine bir suçlusu tutuklandığı zaman, 'Bunu bize verin' diye de istiyorsunuz; böyle bir şey olamaz. Benim ülkemde bu yargılanmış ve tutuklanmışsa ondan sonra da mahkeme süreci burada devam eder. Ama Sayın Gabriel, sen önce bir defa kendini gözden geçir, çok ayıp, böyle bir ifadeyi kullanamazsın. Demokrasilerde halkların dediği geçerlidir, dikta rejimlerinde diktatörlerin dediği geçerlidir. Biz demokrasiyi konuşuyoruz ve demokraside de benim vatandaşım böyle bir talepte bulunuyor, Parlamentodan geçiyor, benim önüme geliyorsa ben bunu onaylarım. Ha gerekirse biz bunun için de bir halk oylamasına gideriz, yine halka sorarız, vatandaşa sorarız. Eğer benim halkım idamla ilgili kararı veriyorsa verir, iş biter. AB'ye almıyorlar; almazsanız almazsınız, 54 sene almadınız, ne oldu? 54 sene almadınız da Türkiye bitti mi, battı mı, yok oldu mu? Yok, olay bu kadar açık ve net."
İdam kararıyla ilgili yakın zamanda referanduma gidilip gidilmeyeceğine ilişkin, ilk kademenin parlamento olduğu ve oradan çıkacak görüşün değerlendirileceğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, sonraki süreçte halka gidileceği ve en asil kararı halkın vereceğini vurguladı.
- İran'ın "Pers yayılmacılığı" anlayışı
Programda Erdoğan'a, Sykes-Picot Antlaşması'nın üzerinden 100 yıl geçmesinin ardından Batı medyasında bölgenin tekrar dizayn edildiği ve Türkiye'nin özellikle Suriye ve Irak karşısında seyirci kalıp kalmayacağına ilişkin bir soru da yöneltildi.
Sykes-Picot olayına ne denli karşı olduklarını hep ifade ettiklerini hatırlatan Erdoğan, şöyle devam etti:
"Tabii onlarla görüştüğümüz zaman, 'Biz Irak'ta, Suriye'de toprak bütünlüğünün yanındayız' diyorlar fakat uygulamaya geldiği zaman sanki bir paylaşım havası esiyor, sıkıntı burada. Bakıyorsunuz İran'ın Pers yayılmacılığı anlayışı son zamanlarda bayağı baş ağrıtmaya başladı. Örneğin Irak'ta DEAŞ'la mücadelede göze çarpan şey bu. Mesela Haşdi Şabi kimdir, arkasında kim var? Haşdi Şabi, enteresan, 'Terör örgütü değildir' diye Irak Parlamentosundan çıkıyor, halbuki bir terör örgütü ama arkasında kimlerin olduğu önemli. Şimdi bakın orada onlar ne yazık ki bir taraftan Sincar'a yönelik çalışmaları diğer taraftan da Telafer'e yönelik bunların saldırıları var. Telafer'de kim var? Telafer'de yaklaşık 400 bin Türkmen var; bunların bir kısmı Şii'dir, bir kısmı Sünni'dir ama şimdi onlar dağıldı, orada az miktarda insan kaldı. Şimdi Haşdi Şabi oraya yürüyor, böyle bir durum söz konusu; aynı şeyi merkezde de görüyoruz. Bunlar bizi üzüyor, bunların olmaması lazım."
- "Kavmiyetçilik bizim için bir din olamaz"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Müslümanlar arasındaki bağlayıcı unsurun kavmiyetçilik değil din olduğuna dikkati çekti.
"Kavmiyetçilik bizim için bir din olamaz, mezhepler bizim için bir din olamaz, onlar birer yorumdur." diyen Erdoğan, birilerini bunu adeta bir din haline getirdiği zaman kendilerinin de üzüntüsünü söylemek durumunda olduğunu belirtti.
Suriye'de son dönemdeki gelişmelere de değinen Erdoğan, şunları kaydetti:
"Suriye'de de bakıyoruz ki adeta bir parselasyon havası var. Rejim zaten durumu belli, aynı şekilde kuzeyde mesela Kürtler var. Kürt vatandaşları bizim hiçbir zaman düşmanımız olmadı, her zaman onlarla iç içe olduk. Araplar var, onlarla iç içeyiz çünkü bizim güney bölgelerimizde Arap da var, Kürt vatandaşlarımız da. Hepsi birbirleriyle iç içe, kız alıp vermişler, akrabalıklar kurmuşlar. Aşağıya doğru iniyorsunuz bölge tamamen Araplardan oluşuyor. Şimdi burada bakıyorsunuz hala bütünlüğü koruma gibi bir dert yok, o dert bizde var çünkü bizim orada topraklarda gözümüz yok. Bizim tek derdimiz vardı; DEAŞ'la mücadele. DEAŞ'la mücadeleyi de başarılı bir şekilde verdik ve Cerablus'u onlardan temizledik. Aynı şekilde Rai, Dabık, Bab, bunları temizledik. Ama şimdi geliyoruz bakıyoruz ki buradaki yaklaşım tarzları içerisinde tamamıyla 'Acaba şurayı kim alsın, şurayı kim alsın' bunların hesabı yapılıyor. Önümüzde bir Afrin tablosu var, Lazkiye tablosu var, bütün buralardaki gelişmeler, aynı şekilde yine bakıyoruz Tel Abyad'da bazı şeyler var. Şimdi Irak'a bakıyorsun mesela; Kerkük'te tamamen Türkmenler yok farz ediliyor ama orada Arap da var, Kürt de var. Burası bir defa üzerinde, yani 'Kerkük şunlarındır' diye bir şey yok. Burası ne olarak ilan edildi? Tartışmalı bölge olarak ilan edildi. Bu tartışmalı bölgede kimler var? Burada Türkmen var ki tarihi itibarıyla baktığınız zaman geçmişinde Türkmenlerin yoğun olduğu bir yer, aynı şekilde Arap'ı var, Kürt'ü var."
Erdoğan, Kerkük kentinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) bayrağı asılmasına ilişkin değerlendirmelerde de bulundu.
Konuyla ilgili açıklamalar yaptıklarını anımsatan Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:
"Bu açıklamalardan sonra belli yerlerde bayrak kaldırıldı, son olarak meclisten de kalkacağının haberini almıştık, henüz kalktı mı kalkmadı mı doğrusu bilemiyorum. Ancak Suriye'de de yine tabii kuzeyde bizim Türkiye sınırında ciddi manada Türkmenlerin yerleşik olduğu bölgeler var. Şimdi buralarda böyle bir bölme, 'Toprakların şurası şunların, şurası şunların' dersek yazık olur, Suriye gibi bir ülke bölük pörçük hale getirilir. Zaten şu anda tarihi eserleriyle, her şeyleriyle bu Suriye'nin ayağa kalkması öyle kısa bir zamanda olacak iş değil, çok büyük bir zaman şey yapacak. Ama benim her zaman bir teklifim var; o da nedir? Biz dedik ki Fırat'ın batısında terörden arındırılmış güvenli bölge ilan edelim. Bunu bütün dost bildiklerimize açıklıyorum. Bu 4 bin, 5 bin kilometrekarelik bir alanda olabilir. Burayı uçuşa yasak bölge olarak ilan edip 'eğit-donat'la burada iyi bir milli ordu oluşturulmalı ki oraya yerleşen insanların güvenliği de onlar tarafından sağlanmış olsun. Burada ABD, Rusya, Körfez ülkeleri, başta Suudi Arabistan, Katar olmak üzere hep birlikte desteğimizi verelim ve burada onlara yeni şehir veya şehirler oluşturalım. Böylece bu insanlar hem ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmasınlar, hem de Türkiye'de 3 milyon mülteci var, bu insanlar da tekrar topraklarına dönme şansını yakalasınlar."
- Türkiye-İran ilişkileri
Türkiye ile İran arasındaki ilişkilere de değinen Erdoğan, bu ülkeyle şu anda geldikleri durumu çok hayırlı görmediğini belirtti.
Görüşmeler, geliş-gidişler olduğunu ve bu durumlara gelinmemesi gerektiğini anlatan Erdoğan, şunları dile getirdi:
"Aramızda konuşurken gayet iyi, güzel de neticeye gelince maalesef netice alamıyoruz. Bakıyorsunuz Irak üzerinde hesaplar var, Suriye üzerinde hesaplar var, işte Lübnan'da aynı şekilde hesaplar var, Yemen'deki gelişmeler ortada. Yani buralara girmek, buralara nüfuz etmek suretiyle bir Pers yayılmayacağını yapmanın anlamı nedir? Yani İran'ın bugün toprak bütünlüğü zaten kendisine fazlasıyla yeter, nedir yani başka ülkelere böyle nüfuz etme gayreti? Bu düşündürücü. Ve tabii bu İran'ı da ister istemez yalnızlığa doğru sevk ediyor. İslam dünyası içerisinde İran'ın böyle bir duruma düşmesini bizler istemeyiz. Aramızdaki münasebetin çok daha farklı şekilde yürümesini isteriz, İslam dünyasında dayanışmamızın olması lazım. Bizim mezhep taassubu içerisinde olmamız düşünülemez, bunları artık bir kenara koymamız lazım. Bizim için tek şey birleştirici olan, her şeyimiz bizim İslam'dır. Ama yorumları eğer biz kalkar da İslam'ın yerine ikame etmeye çalışırsak, bu istikamette görüntü verirsek, bu çok büyük tehlikedir. Ve tekebbür İslam'da haramdır. İslam'da 'ben' yok, 'biz' var, bunu yaptığımız anda o tevazu aramızdaki dayanışmayı, birliği, beraberliği çok daha ilerilere taşır. Temenni ederim ki yani bundan sonraki süreçte bir an önce bir dayanışma halinde İslam dünyasının ihtiyacı olan bu birliği, beraberliği birlikte sağlayalım."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk halkının kendisine ve cumhurbaşkanlığı makamına verdiği sorumluluk sonrası içeride ve dışarında yaşanacak zorluklar ve 2019'daki seçimlere kadar geçecek süreçle ilgili görüşlerini de paylaştı.
Erdoğan, sözlerini şöyle tamamladı:
"En kötü ihtimallere karşı dahi siyaset etmesini elhamdülillah başarmışız, bundan sonra da bunu başarabilecek güç ve kabiliyetteyiz. O noktada bir sıkıntımız yok çünkü 40 yıldır siyasetin içindeyiz, ta gençlikten itibaren bunu yaparak geldik. Yani gökten zembille inmedik, tecrübemiz buna yeter, deneyimimiz buna yeter. Elhamdülillah iyi bir ekibimiz var, sürekli bu ekip tazelenir. Ve şu anda zaten partimize dönüş imkanı da geldiği için bu da ayrı bir güç katacağı için, bundan sonraki süreçte de hükümetimizle birlikte bu çalışmaları çok daha başarıyla inşallah geleceğe taşıyacağız. Ve özellikle de tabii 2019 ülkemiz için, milletimiz için farklı bir yıl olacaktır ve ondan sonra da Türkiye uluslararası camiada ciddi bir rekabet imkanını yakalayacaktır diye düşünüyorum. Tabii elimizden geldiği kadar esbaba tevessül hükmünü yerine getiririz, netice Allah'tan."